Araştırmacıların kekemeliğe dair bakış açılarındaki farklılıklar, onların kekemelik ile ilgili tanımlamalarındaki çeşitlilikle kendini gösterdiği kadar kekemeliğin nedenlerine ilişkin görüşlerle de kendini göstermektedir. Kekemeliğin nedenlerine dair yürütülen çalışmalar bu problemin tanımlanması ve çözümü için yol gösterici olmuştur. Yıllardır süren çalışmalar kekemelik hakkında birçok açıklama ve çözüm yolları üretmiştir ancak bu sorun tek bir nedene bağlanamamıştır (Manning, 2001). Kekemelik insanlık tarihinde uzun bir zamandan yer almaktdır. Öyle ki Hz. Musa’nın kekeme olduğuyla ilgili tartışmalar bulunmaktadır. Kekemeliğe dair ilk bulgular “tutuk konuşma” anlamına gelen bir terimi gösteren hiyeroglif dizisi kullanan Mısırlılar’da öne sürülmüştür (Faulkner, 1962). “Kekelemek” eylemi Mısır’ da Orta Krallık’tan gelen bir öykünün kopyasında görülmüştür. Bu, bir iletişim bozukluğunun bilinen ilk kanıtı olarak kabul edilmektedir (Manning, 2010).
Yaklaşık 5000 yıldan beri açıklanmaya çalışılan kekemeliğin nedenlerine ilişkin en eski görüşlerden biri kekemeliğin ebeveyn ya da çocuğun bir hatayı ya da suçu cezalandırma yöntemi olduğudur. Bu görüş eski mitolojik öykülere dahi yansımıştır ve hala bazı kültürlerde ve sosyoekonomik gruplarda geçerliliğini korumaktadır (Silverman, 2004).
Milattan önce dördüncü yüzyılda kekemeliğin dilin yapı ve işleyişiyle ilgili olabileceği düşünülmüştür. Yunanlı politikacı Demostenes’in dilinin altına çakıl taşları koyarak kekemeliğini yenmeye çalıştığı belirtilmiştir. Zamanla dil kuruluğu, hareketsizliği, hyoid kemiği, sert damak, küçük dil, dil kökü gırtlakla ilgili problemler, çeşitli kafa kemikleri iç salgı bezleri/endokrin sistem ya da otonom ya da çevresel sinir sistemlerindeki sorunlar gibi vücudun diğer anatomik yapıları da kekemelikle ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle de sorunun çözümünde bazı cerrahi yöntemler sıklıkla kullanılmıştır (Bloodstein, 1995; Manning, 2001). Günümüzde ise kekemelik teorileri temelde dört temel grup halinde incelenebilir. Bunlardan ilki kekemeliği psikolojik ya da duygusal bir çatışmanın belirtisi olarak gören psikolojik teorilerdir. İkincisi kekemeliğin başlangıcında konuşmacının bu etkinliğin zor olduğunu ve ardından akıcı konuşmaya çalıştığında kekemeliği öngörmeyi ve çabalamayı öğrendiği öğrenme teorileridir. Üçüncüsü ise konuşmacının özellikle stres anlarında akıcı konuşma becerisinin bozulması olarak anlatılan fizyolojik teorilerdir. Son teori ise kekemeliğin başlangıcı ve gelişimi ile sonuçlanan faktörlerin birleşimi ile oluşturulan çok bileşenli görüşlerdir (Manning, 2010).